5
Caine'de Temporal Lob Epilepsisi -TLE- vardı. Doktor ona koku ve görsel duyuları ile ilgili anomalilerin
nöbetin başlangıcına işaret ettiğini anlattı. Ayrıca, sesler de duyabilir, ya da dejavu yaşayabilirdi; yani bazı olayları
yaşarken, ona sanki bunları önceden de yaşamış veya görmüş gibi gelebilirdi. Tüm bu kokular, görüntüler, sesler
ve duygular nöbet öncesi auranın bir parçasıydı. TLE hastalarının hepsinin bu auraları yaşadıklarını bilmesi
Caine'i rahatlatacaktı sözde, ama tam tersi oldu.
Bir sonraki yıl karabasan gibiydi, sürekli hastaneye yatırılıp duruyordu ve her nöbet bir öncekinden kötü
oluyordu.
"David inan bana bunları bilmiyordum," dedi Jasper kardeşi anlatınca. "Özür dilerim."
Caine omuz silkti. "Bilsen ne olacaktı ki? Elinden bir şey gelmez."
"Biliyorum, ama keşke söyleseydin," dedi omzu seğiren Jasper. "Neden nöbet geçiriyorsun? Nedenini
biliyorlar mı?"
"Doktor bunun idiopatik olduğunu söyledi. Yani anlayacağın, hiçbir fikirleri yok bu konuda."
"Tedavi edemiyorlar mı?"
Caine başını salladı. "Bu yıl içinde altı farklı anti-epilepsi ilacı denedim, AE ilaçları beni kusturmaktan başka
işe yaramadı."
"Hadi ya," dedi Jasper, "ben epilepsiyi tedavi edebildiklerini sanırdım."
"İlaçlar ve diğer tedaviler hastaların yüzde altmışında işe yarıyor. Ben şanslı yüzde kırkın içindeyim."
Jasper bir yorumda bulunamadan kapı çalındı. "Girebilir miyim?" diye sordu gereksiz bir nezaketle Dr.
Kummar ve daha onlar cevap vermeden odaya girdi.
Caine "Tabii buyurun," dediğinde adam zaten odadaydı. Dr. Kummar, Caine'in dosyasını aldı ve okumaya
başladı; başını sallayıp duruyordu, sanki içinden kendi kendine konuşuyordu. Sonunda dosyayı bir kenara bıraktı,
elindeki minik ışıkla Caine'in gözlerine baktı ve bir adım geri çekilip durdu.
"Nasıl hissediyorsun kendini?"
"Yorgunum, ama iyiyim."
"Nöbet başlamadan önce aura ne kadar sürdü?"
"Birkaç dakika."
"Yaa. VSS tedavisinden beri yaşadığın en kısa aura yani."
"Evet." Caine ameliyattan kalan yara izini elledi. Üç ay önce Dr. Kummar boynundaki bir sinirin altına pilli bir
cihaz yerleştirmişti. Vagus sinir stimülasyonu olarak bilinen yöntem, bu yolla tedavi edilmeye çalışılan hastaların
ancak yüzde 25'inde işe yarıyordu. Tedavinin başarı oranı bu denli düşük olmasına rağmen, çaresiz olan Caine
bunu bile denemişti. Ne yazık ki o şanslı yüzde 25'in arasında da değildi.
Dr. Kummar iç geçirdi. "Sana ne diyeceğimi bilmiyorum David. Yapabileceğimiz pek bir şey kalmadı,
piyasadaki tüm ilaçları da denedik ve bir etkisi olmadı hiçbirinin. Açıkçası senin için yapabileceğimiz başka bir
şey kalmadı." Dr. Kummar duraksadı. "Eğer benim çalışmam konusunda fikrini değiştirmediysen tabii ki."
Dr. Kummar dokuz ay kadar önce Caine'e ilaç denemesi yaptığı bir araştırmada kobay olmasını önermişti.
Başta Caine bunu kabul etmişti. Hatta gerekli tüm kan testlerini yaptırmış ve tüm evrakı hazırlamıştı; ama son
anda Dr. Kummar olası yan etkileri saymaya başlayınca Caine bu işten vazgeçmişti.
Ama bu son ameliyattan önceydi, o zamanlar umudunu yitirmemişti daha. Dr. Kummar'ın nazikçe
ifade etmeye çalıştığı gibi başka seçenek kalmamıştı artık. Eğer nöbetler devam ederse birkaç yıla
Saklı Kütüphane 30 www.e-kitap.us
kalmadan bitkisel hayata girecekti. Bu yıllar boyunca da korku içinde yaşayacak ve sudan çıkmış bir
balık gibi çaresizce kendini yerlere atıp tepineceği zamanı asla bilemeyecekti.
"Çalışmanızda hâlâ bana yer var mı?"
"Dün yoktu, ama bu sabah bir hastam ayrıldı o yüzden-"
"Hasta neden ayrıldı?" diye araya girdi Caine.
"Neden mi? İlaç yüzünden karabasanlar gördüğünü iddia etti. Bence bu psikosomatikti."
Doktor durdu ve derin bir nefes aldı. "Neyse, yani bir kişiyi daha ekibe alabilirim. Ama hemen
karar vermelisin."
"Tamam," dedi Caine bu işe baş koyarak.
"Sana saydığım yan etkileri hatırlıyorsun değil mi?"
"Nasıl unutabilirim ki?"
"Ha... tabii bir de ailende şizofreni vardı değil mi?"
Jasper elini kaldırdı. Dr. Kummar dönüp ona baktığında sanki Jasper'ı ilk defa görüyormuş gibiydi.
"Siz ikizi olmalısınız. David son zamanlarda bir kriz geçirdiğinizi anlattı. Öyle mi?"
Jasper, Caine'e baktı, Caine ise sadece başını salladı. Sanki kardeşine 'soruya cevap ver, sana
sonra anlatırım,' der gibiydi. Jasper doktora doğru döndü. "Evet."
"Ne zaman taburcu edildiniz?"
"Beş hafta oldu."
"Hangi ilaçları kullandınız?"
"Şu anda Zyprexa kullanıyorum, ama daha önce Seroquel kutlandım. Bir ara da Risperdal
verdiler."
"İlginç. Şimdi semptomlar kontrol altında, öyle mi?"
"Artık hükümetin beynimi çalacağını söyleyen küçük cücelerin seslerini duymuyorum eğer bunu
kastediyorsanız semptomlar derken, ben, sen, ten," dedi Jasper sanki acı çekiyormuş gibi gülümseyerek.
Caine, Jasper'a bakan Dr. Kummar'ı süzdü ve kendini doktorun yerine koymaya çalıştı. Onun
gözlerinden Jasper'ı görmeye çalıştı. Jasper'ın şizofrenisi görünüşünü de etkilemişti, artık yakışıklı değildi
ve aklı başında bir insan bu adamla aynı kaldırımda yürümek bile istemezdi. Biraz sonra Dr. Kummar
Caine'e döndü.
"Ne yapmak istiyorsun?" diye sordu Dr. Kummar,
"Seçeneğim var mı ki?" diye iç geçirdi Caine. "Yapalım şu işi."
"İyi," dedi Dr. Kummar neredeyse gülümseyerek. "Asistanıma söylerim, işlemleri halleder. Yarın
hastaneden taburcu olacaksın, ama her üç günde bir geri gelmen gerekecek kan testi için. Ayrıca,
nöbetlerinin ve auraların zamanlarını ve sürelerini kaydetmeni istiyorum. Eğer şizofrenlere özgü
semptomların olursa, örneğin yanılsamalar, konuşma bozuklukları, halüsinasyonlar ve eğer bunlar
nöbetle ilgili değilse o zaman-"
"Bir dakika." Jasper ayağa kalkıp Dr. Kummar'ın monoton bir ses tonuyla anlattıklarını kesmek
için elini kaldırdı. "Neden şizofren semptomları olsun ki?"
Dr. Kummar sanki haddini bilmez bir çocuk konuşuyormuş gibi dönüp baktı Caine'in ikizine; ama
Jasper'ın gözlerindeki ateşli ifadeyi görünce soruya cevap vermeye karar verdi.
"Geliştirmeye çalıştığım antiepileptik ilacın bir yan etkisi de beynin dopamin salgısını artırması.
Eminim siz de bunları biliyorsunuzdur - dopamin salgılarının şizofreni ile bağlantısı vardır. İlaç dopamin
salgısını artırdığı için David'in şizofrenik nöbet geçirme olasılığı var."
Saklı Kütüphane 31 www.e-kitap.us
Dr. Kummar, Caine'in ve Jasper'ın birbirlerine tedirgin bir şekilde baktıklarını görünce hemen
sözlerine devam etti. "Kesin olacak diye bir şey yok. Ama ufak da olsa bir risk var."
"Ne kadar küçük bir riskten söz ediyoruz?" diye sordu Jasper.
"Yüzde 2'den az," dedi hemen Dr. Kummar.
"Eğer böyle bir şey olursa, o zaman ilacı hemen keseriz, değil mi?" diye sordu Caine.
Dr. Kummar başını salladı. "Yo, hayır. Bu çok tehlikeli olur. İlacın etkilerini göremesek bile yine
de etkili olabilir. Eğer ilacı birden kesersen, o zaman çok ağır nöbetler geçirebilirsin."
"O zaman şöyle sorayım soruyu: Çıldırmaya başladığımda tam olarak ne yapmamı öneriyorsunuz?"
"İnsanın kendisinde bir akıl hastalığını teşhis etmesi çok zordur, bu yüzden de haftada bir
asistanımla bir araya gelip psikolojik değerlendirme yapabilirsiniz."
Caine yastığına yaslandı. Jasper'ın yüzüne bakınca kardeşinin bile kendisine acıdığını hissetti. Hapı
yutmuştu. Caine gözlerini kapayıp dünyadan kopmaya çalıştı. Dr. Kummar'ın sözleri çınlıyordu
kulaklarında: Şizofreni. Caine, bile bile böyle bir riski göze aldığına inanamıyordu. Ama eğer nöbetler
şiddetlenerek devam ederse Jasper'dan da kötü durumda olacaktı. Başka seçeneği yoktu.
"Tamam," derken Caine bir yandan rahatlamıştı, bir yandan da ödü patlıyordu.
"Anlaştık o zaman." Dr, Kummar kapıya doğru yönelmişti ki durdu ve Caine'e döndü. "Ayrıca, eğer
gerekli olursa seni bir akıl hastanesine yatırabileceğime dair bir izin belgesi de imzalaman gerekecek."
Caine tek kelime edemeden doktor odadan çıkmıştı bile.
"Tatlı adam," dedi Jasper dalga geçerek. "Tabii ne demezsin. Yeme de yanında yat." Bir an için
sessizlik oldu. Sonra Jasper, "Demek bu işi yapacaksın öyle mi?" diye sordu.
"Mecburum."
"Ağabeyin gibi olmaktan korkmuyor musun? Deli olup ağzından salyalar saçarak dolaşmak var,
dar, gar, sar."
Caine'in birden nefesi kesildi. "Jasper iyi olduğuna emin misin? Kafiyeli konuşmak da
semptomlardan biri-"
"Bir şeyim yok," dedi Jasper Caine'in sözünü keserek. Jasper gülümser gibi dudaklarını büktü.
"Kafiyeli konuşmak hoşuma gidiyor, hepsi bu. Şiir gibi, seviyorum işte." Birkaç kere dilini şaklattı. Sanki
söylediklerini vurguluyordu. "Gelelim senin durumuna. Emin misin bunu yapmak istediğine?"
"Başka şansım yok ki. Bu şekilde yaşamaya devam edemem. Nöbetler devam ederse o zaman
zaten..." Caine lafını bitiremedi.
"Kalmamı ister misin? Birkaç gün kanepende yatarım istersen."
Caine başını salladı. "Yok, sağ ol. Ben iyiyim. Bunu tek başıma yapmak istiyorum. Bilirsin işte."
"Bilirim," dedi Jasper kirli sakalını kaşırken, "bilirim."
"Sana bir soru sormak istiyorum." A "Sor."
"Şizofreni nasıl bir şey?" diye sordu Caine tedirgin bir şekilde. Kardeşine daha önce bunu hiç
sormadığını düşündü bir yandan da. "Nasıl hissediyor insan kendini?"
Jasper omuz silkti. "Hiçbir şey oluyormuş gibi hissetmiyorsun. Yanılsamalar gerçek gibi. Doğal,
hatta olması gerektiği gibi. Sanki hükümetin düşüncelerini okumaya çalışması dünyanın en mantıklı ve
doğal şeyiymiş gibi geliyor, ya da en yakın dostunun seni öldürmesi falan." Biran sustu kaldı. "Bu
yüzden çok korkutucu."
Jasper sözlerine devam etmeden yutkundu. "Önemli olan şu; her ne oluyorsa, ya da sen ne
olduğunu sanıyorsan, yine de kontrol sende. Kim olduğunu ve hâlâ kendin olduğunu hatırlamaya çalış.
Bununla başa çıkmaya çalış. Kendini güvenceye al, güvenli mekânlar seç, güvenebileceğin insanlarla
birlikte ol. Yarattığın dünyada mantıklı kararlar vermeye çalış. Sonunda bir şekilde gerçeği buluyorsun,
gerçekliğe dönüyorsun."
Saklı Kütüphane 32 www.e-kitap.us
Caine başını salladı, Jasper'ın söylediklerini yapmak zorunda kalmayacağını umuyordu.
"Peki," dedi normal bir şeylerden söz etmek için konuyu değiştirmeye çalışarak, "nerede
oturuyorsun bu aralar?"
"Aynı apartmandayım, kampüsten birkaç sokak ötede."
"İyiymiş." İkisi de bir süre bir şey demediler. İki kardeş gelecekte başlarına gelebilecekleri
düşünüp korkuyorlardı. Sonunda Jasper saatine bakıp ayağa kalktı. "Eğer kalmamı İstemiyorsan ben
kalkayım. Bir sonraki otobüse yetişeyim."
Caine kardeşi gitmek isteyince kendini bu kadar kötü hissedeceğini beklemiyordu ve kendi
tepkisine şaşırdı. Herhalde bu ifadesine de yansımıştı, çünkü Jasper hemen sözünü geri aldı.
"Eğer istersen hasta olduğumu söyler, birkaç gün izin alırım."
"Hayır, ben iyiyim. İşte başın belaya girsin istemem. Eminim iş bulmak zordur, hele bir de insan -"
Caine cümlesini tamamlamadı, ama ne diyeceği belliydi.
"İnsanın deli raporu varsa demek istiyorsun galiba. Doğru mu anlamışım?" diye sordu Jasper.
"Yapma ya," dedi Caine yorgunluktan bitkin bir halde. "Ne demek istediğimi anladın işte."
"Haklısın. Boş ver. Bu aralar tedirginim ve gereksiz alınganlık yapıyorum."
"Hiç dert etme, ben de aynı durumdayım." Caine kardeşine elini uzattı, artık neredeyse onunla iki
yabancı gibiydiler, ilişkilerinin nasıl bu hale geldiğini o da bilmiyordu. "Geldiğin için teşekkür ederim.
Gerçekten iyi geldi. Ben kalkıp seni görmeye gelmedim, ama sen geldin.
Jasper elini sallayarak bunun önemli olmadığını ima etti. "İnsanın niye ikizi olsun ki böyle
günlerde yanında olmayacaksa?" Döndü ve kapıya doğru yöneldi; ama birden eşikte durdu, bir ayağı
odanın içinde öteki koridordaydı. "Eğer bir şeye ihtiyacın olursa beni cepten ara, kara, tara, yara."
"Sağ ol," dedi Caine tedirgin bir şekilde. "Yanımda olduğunu bilmek çok güzel." Jasper gidince
Caine birden gerçekten de öyle olduğunu anladı.

Julia aşık olduğunu biliyordu.
Ondan ayrıyken kalbi sızladığı, birlikteyken elleri titrediği için biliyordu. Sevişirken nefes darlığı
çektiği, gelince sıcacık bir uyuşukluk her yerini kapladığı ve kemikleri jöleymiş gibi hissettiği için
biliyordu. Dahası hep kendini güvende hissediyordu. Petey'nin kollarındayken hiç kimse ona bir şey
yapamazdı.
Petey. Ona taktığı bu isme de bayılıyordu. Hayatını değiştirmişti bu adam. Julia buna
inanamıyordu. Onunla tanıştığında genç bir kızdı, şimdiyse bir kadın olmuştu.
İki yıl önce doktorasına başladığında, Julia artık birini bulabileceğini düşünmüyordu. Yaşı çok
gençti ve romantik bir şeyler yaşaması gerektiğini biliyordu, ama hiçbir erkekle çıkmamıştı, bu yüzden
de aslında çok da bilmiyordu neler kaçırdığını. Lisedeyken, sonrasında da üniversitedeyken, hiçbir erkek
ona ilgi göstermemişti. Julia garip olduğunu düşünmeye başlamıştı; onda garip bir şeyler vardı ve
herkes bunu görebiliyordu herhalde. Umut etmekten bıktı, hayal kırıklıklarından sıkıldı. Bu yüzden de
içine kapandı. Ta ki Petey ile tanışıncaya kadar.
İlk kiminle yatacağını sorsalardı, aklına gelecek son kişi Petey olurdu. Kendinden yirmi yaş büyük
tez danışmanı, kıllı, ufak tefek bir adamdı. Kalın kaşları, kulaklarında bile ağarmış kılları vardı.
Bölümdeki diğer kızlar adamı itici buluyorlardı, ama bu Julia'nın umurunda değildi. Petey'i hoş bulduğu
için ona aşık olmamıştı, onun zekasına hayran kalıp aşık olmuştu. Petey bugüne kadar tanıştığı en
akıllı, en zeki insandı. İnanılmaz işler yapıyordu. Teorilerini kanıtlarsa, daha doğrusu kanıtladığı zaman,
ismini herkes duyacaktı.
Nobel ödülünü kazanacaktı. Tartışma programlarının aranan yıldızı olacaktı. Herkese, hayat dedikleri bu
Saklı Kütüphane 33 www.e-kitap.us
dokunun nasıl enerji, uzam ve zaman eksenlerinde değişen dev bir örgü olup da her şeyin birbiriyle bağlantılı
ve ilgili olduğunu açıklayacaktı. Keşke üniversite fonlar konusunda bu kadar sorun çıkarmasaydı. Para
sorunu olmasa şimdiye bitirmiş olurdu işini.
Bu konuda konuştuklarını hatırlayınca irkildi.
"Bu sefer sana fonu verecekler mi sence?" diye sordu Julia adamın ak düşmüş kalın telli saçlarını
parmaklarıyla tararken.
Petey birden buz kesti, mükemmel anı bozmuştu sanki kız bu sözlerle.
"Özür dilerim," dedi Julia hemen, pişmanlık duyuyordu bu konuyu açtığına. "Ben asla-"
"Hayır, önemli değil. Gerçeklerle yüzleşmem lazım. Eğer, şu son yaptığım testlerden istediğim sonuçları
elde edemezsem, o zaman örümcek kafalı üniversite bürokratlarının karşısında yenilgiyi kabul etmek
zorunda kalacağım."
Petey haklıydı, aslında hepsi bürokrattı özünde. Eğer bilimi umursuyor olsalardı bürokrat olmak için
bilimle ilgili işlerini bir kenara bırakmazlardı. Bunun yerine Petey'e engel olmaya çalışıyorlardı. Her bir
bulgusunu engellemek istiyorlardı, çünkü onu kıskanıyorlardı. Ama onu durduramazlardı; Julia son deneylerin
teoriyi kanıtlayacağına emindi. O zaman ona para vermek için birbirleriyle yarışacaklardı ve adamın dahiyane
fikirlerini kabul edeceklerdi.
Julia o anı iple çekiyordu. Petey, o an geldiğinde, ilişkilerini açıklayacağına ve deneyleri durduracağına söz
vermişti. Kadın iç geçirdi, o zaman geldiğinde ne kadar rahatlayacağını düşündü; bir daha, o ... o yere asla gitmek
zorunda kalmayacaktı. Birden bedeni soğudu sanki; hem ödü patlıyordu, hem de garip bir şekilde şevkliydi,
aşırı şevkliydi. Gözlerini kapayınca görebiliyordu, ama sonra bir anda yok oldu.
Uyanıkken orasını hatırlayamıyordu, ama uyuduğunda rüyalarına giriyordu. Son zamanlarda çok sık hayal
görüyordu. Rüyalarında tüm garipliklerin mantıklı bir açıklaması vardı; ama uyanınca her şey birbirine giriyordu,
karışıyordu. Birkaç hafta boyunca kırmızı beyaz parlayan yuvarlakların içinde sayılar gördü, sayılar o kadar
parlaktı ki gözleri zonkluyordu..
Dün akşam da poker hakkında bir rüya görmüştü; bu çok garipti çünkü pokerin kurallarını bile bilmiyordu.
Ama rüyasında çok usta bir oyuncuydu; tüm olasılıkları göz açıp kapayıncaya kadar hesaplayabilen ve bunu
beynini uyuşturan çürümüş balık kokusuna rağmen yapabilen biriydi.
Petey rüyalara bir anlam yüklememesi gerektiğini söylüyordu; ama Julia bunların deneyin yan etkisi
olduğundan şüpheleniyordu. Petey'nin çalışmalarının bir parçası olmak onun için müthiş bir şeydi, ama bunun
yanlış olduğunu biliyordu ve bu deneyler sona erdiğinde ilişkileri başka bir boyuta taşınacaktı. Şehrin dışındaki
salaş barlarda buluşmak, gecenin bir vakti laboratuvarda sevişmek zorunda kalmayacaklardı artık. Yatakta
dönüp tavana baktı, bacaklarını açtı ve adamın yanında yattığını hayal etti.
Onun kollarında uyanmak nasıl olurdu acaba? Sabah kalkıp sevişirlerdi, sonra da yatakta kahvaltı ederlerdi.
Adam sabah kahvesini içince (sütlü şekersiz içerdi kahveyi) yine sevişirlerdi. Kadın uzanıp baldırına dokundu ve
birden bedenini ateş kapladı.
Hayatında ilk defa mutluydu Julia. Çıplak karnının üstünde ellerini gezdirirken saati çaldı. Bir an bile tereddüt
etmeden yataktan fırlayıp banyoya koştu, çünkü ilaçları oradaydı. Şeffaf şişenin üstünde bir şey yazmıyordu.
Petey ilaçların laboratuvardan alındığının bilinmesini istemiyordu.
"İlaç, kaç, maç, taç," dedi, sonra da sürekli kafiyeli konuşmak istediği için kendine gülerek elli miligramlık iki
tableti eline aldı. Son zamanlarda bunu çok sık yapmaya başlamıştı. Nedendir bilmiyordu, ama bunu çok komik
buluyordu. Ne yazık ki Petey onunla aynı fikirde değildi- Sevişirlerken ilk kafiyeli konuştuğunda adam birden irkilmişti.
Bu sevişmenin etkisiyle bir irkilme değildi. Eğer, bu Petey'nin hoşuna gitmiyorsa kafiyeli konuşmayacaktı. Onu mutlu
etmekten daha önemli bir şey yoktu.
Başını arkaya eğip, iki hapı yuttu ve hemen su alıp içti. Ağzında tebeşir yutmuş gibi acı bir tat kalıyordu hep.
Ama bundan beteri de vardı: Koku. İlk başlarda koku Julia'yı korkutmuştu; ama Petey bunun önemsiz bir
nörolojik yan etki olduğunu söylemişti, endişelenecek bir şey yoktu. Julia da bunu kafaya takmadı.
Saklı Kütüphane 34 www.e-kitap.us
Petey'nin ona yalan söyleyecek hali yoktu. Asla kendisine yalan söylemeyeceğini biliyordu.
Sabah olduğunda da hiçbir şey daha iyi değildi. Nava, avcunun içiyle saatinin alarmına vurup
susturduğunda, bunun böyle devam edemeyeceğini düşündü. Altı yıldır herhangi bir aksilik olmaksızın ABD
hükümetinin sırlarını başka devletlere satıyordu, dün akşam artık bu işi bırakması gerektiğini anlamıştı. Günün
birinde, eninde sonunda onu yakalayacaklardı, ya da bu işi yaparken ölecekti. Birinden biri mutlaka olacaktı.
Eğer, ajan meslektaşlarını satsaydı, ya da silah teknolojisiyle ilgili bilgi sızdırsaydı şimdiye tropikal bir
adada gününü gün ediyor olurdu; ama bu iki işe hiç bulaşmamıştı. Nava insanların hayatını kurtarabilecek,
ya da rekabeti artırabileceğini veya eşitleyebileceğini düşündüğü bilgileri satıyordu. İsrail'in Mossad'ına
Filistinli teröristlerin yerlerini bildiriyor, ya da Avusturya İstihbarat Birimi'ne Çek Cumhuriyeti'nin uydu
fotoğraflarını satıyordu. Bunun gibi birçok iş çeviriyordu, çünkü hiç kimseye ve hiçbir ülkeye bağlılık
hissetmiyordu. Onun ülkesi yoktu.
Dün akşam aldığı para bugüne kadar kazandığı en yüksek meblâğdı. Sekiz ay çalışmıştı bu para için.
Şu anda Kayman adalarındaki hesabında 1.5 milyon dolar vardı. Bu para onu krallar gibi yaşatmasa da,
kaçmasına yeterdi. Şu anda kaçıp gidebilirdi. Altı ayrı kimliğinden birini tescil eden belgelerden birkaçını
alıp, nereye gittiğinin bile bir önemi olmadan bir uçağa atlayıp, yeni ufuklara yol alabilirdi. Kırksekiz saat
içinde kayıplara karışabilirdi.
Aslında bunu düşünmüyor da değildi; ama bunun pek de akılcı olmayacağını biliyordu. CIA bir
tetikçisini kaybedince pek de mutlu olmazdı, ama peşine düşecek halleri de yoktu. Ancak Spetsnaz farklı
düşünecekti; Kuzey Koreliler kesinlikle peşini bırakmazlardı. Bu iş yıllar sürse bile, onu arayıp bulup
öldürürlerdi.
Kaçmak bir seçenek değildi. Garip işler çeviren kökten dinci terörist örgütle ilgili bilgileri ClA'in veri tabanından
yine çalması gerekecekti. Sonra da bunları Korelilere iletecekti. Bu işi bitirince de kayıplara karışacaktı. Kuzey
Korelilerle işi bitince de hemen New Yorktan ayrılacak ve hayatına yeniden başlayacaktı. Bu kararı verdiği anda
BlackBerry telsiz İletişimcisi titreşmeye başladı.
Mesajlar hep aynı olurdu: Gece ona nerede ve ne zaman diski bırakacaklarını bildirilirdi. Bırakılan veri
diskinden yeni görevine ilişkin bilgileri alırdı. Bu devirde, bir sonraki görevle ilgili bilgileri bu şekilde aktarmak biraz
çağ dışıydı; ama teşkilat başka türlü güvenliği sağlayamıyordu. Tek değişen şey artık teknolojiyi kullanıyor
olmalarıydı.
Yirmi yıl önce dot-matris yazıcılarda basılmış bilgi notları verilirdi, bugünlerdeyse ışığa duyarlı DVD'ler
veriyorlardı. Işıkla temas ettiği andan itibaren yirmi dakika içinde okunmuyordu bu DVD'ler. Ancak özel olarak
tasarlanmış dizüstü bilgisayarlarda çalışıyordu. Nava'nın yan odada böyle bir aleti vardı. Buna da minik bir kamera
bağlıydı. Ekrana bakan kişinin retinasını tarıyor ve bilginin ulaşması gereken kişi tarafından okunduğunu teyit
ediyordu. Başkası bakmaya çalışınca program kilitleniyordu.
Nava banyoya girip yüzünü suyla yıkadı. Sonra gidip BlackBerry'sindeki mesaja baktı. Mesajı gördüğü anda
başından aşağıya kaynar sular boşaldı. Bir yer ve zaman yerine iki kelimelik bir mesaj göndermişlerdi:
MERKEZE GEL
Onu merkeze çağıracak tek kişi müdürüydü. Acaba biliyor muydu? Bir önceki gece apartmana gittiğinde
peşinden kimsenin gelmediğine emindi. Ama neden müdürü onunla yüz yüze görüşmek istesin ki? Yok, yok,
saçmalıyordu. Müdür devlet sırlarını sattığını bilse, ona merkeze gelmesini söylemezdi herhalde. Şimdiye
kapısına birkaç Izbandut dikmiş ve onu alıp, hapse götürmüş olurlardı.
Belki de Nava'nın böyle düşünmesini istiyorlardı. Eğer güç kullanarak onu alt etmeye çalışırlarsa kaçma
ihtimali vardı; ama ClA'in New York Bölge Ofisi'ne girerse kaçması imkânsızdı. Eğer kaçacaksa şimdi kaçması
gerekiyordu. Yoksa, artık bunun için de çok mu geçti? Eğer dairesini gözetim altında tutuyorlarsa onun şehri
terk etmesine asla izin vermezlerdi.
Aklından bir anda binbir düşünce geçti, karar vermek için zamanı olmadığının farkındaydı. Mesaja
baktığı anda elindeki aletten nerede olduğunu öğrenmişlerdi bile. Eğer yarım saat içinde teşkilatta olmazsa, bir
şeylerin ters gittiğini anlayacaklardı. Gözlerini kapayan Nava derin bir nefes aldı, bir yandan da zamanın
Saklı Kütüphane 35 www.e-kitap.us
geçtiğinin farkındaydı.
Gidecek miydi? Kalacak mıydı? Aslında çok basit bir seçimdi bu. Ama bunun sonucunda başına
gelebilecekler hiç de basit değildi. Bir dakika içinde Nava gözlerini açtı. Kararını vermişti. Üç tane silah
kuşandı - 9 milimetrelik bir SIG Sauer vardı omuz askısında, bacağına da 9 milimetrelik yan otomatik bir Glock
bağladı, çizmesine bıçağını sıkıştırdı. Dört sahte pasaportunu ve ellilik beş kutu mermi alıp kapıya doğru gitti.
Çıkmadan önce son bir kez omzunun üstünden dairesine baktı. Bir daha buraya dönebileceğini hiç
sanmıyordu. Sokağa çıktığında bir taksi buldu. Acele etmesi gerekiyordu.

Hava o kadar soğuktu ki Jasper'ın ağzından dumanlar çıkıyordu, ama bu onun umurunda değildi. Soğuğu
hissetmek bile güzeldi. Parmaklarının ucundaki acı ona hayatta olduğunu hatırlatıyordu adeta. Artık iş başındaydı.
Birkaç haftadır antipsikotik ilaçlarını almıyordu ve bedenini ilaçların etkisinden arındırmak üzereydi. Sanki biri
ağzına bir hortum sokmuştu ve beynini çevreleyen bulutlar dağılmış gibiydi. Eğer sokaklar insanlarla dolu
olmasaydı, binaların önünden koşar, sırf bu duyguyu tadabilmek isterdi.
Kendini müthiş hissediyordu. "Çok iyiyim, kim, sim, timi" diye bağırdı sokağın ortasında. Jasper'a garip garip
bakanlar da vardı; ama bu onun umurunda değildi. Kafiyeli konuşmak çok hoşuna gidiyordu, kendini iyi
hissediyordu. Kafiyeleri duyunca sanki zihninde bir sürü top zıplıyormuş gibi hissediyordu.
Philadelphia'ya geri dönmeyi iple çekiyordu.
Daha geri dönemezsin,
Jasper birden bire olduğu yerde çakılıp kalınca biri ona çarptı. Çevresindeki her şeyi görmezden gelerek,
sanki uzaktan gelen bir; sesi duymaya çalışıyormuş gibi başını eğdi. Ses'i duymuştu. İlaçlar onu yok edinceye,
bastırıncaya kadar, Ses bir yıl boyunca onunla konuşmuştu.
Ses'in yankısını zihninde duyunca birden onu ne kadar özlediğinin farkına vardı. Ses'i o kadar çok seviyordu
ki ağlamak istiyordu. Kulakları çınlıyordu. Ses ona bir şey söylemek istediğini anlatmaya çalışıyordu. Jasper
gözlerini sımsıkı kapadı. Gözlerini kapayınca Ses'i daha iyi duyabiliyordu.
Kalman gereekiiyor.
-Neden?
Çünkü karrdeşşiini koruman gerrekkiiyor.
-Ona ne olacak?
Yakkında gelleccekkler. Yanında olup ona yarrdım etmen gerekkiiyor.
-Kim gelecek?
Hükümmett.
-Neden onun peşindeler?
Çünkü o özzzelll. Şimdi dikkatle diinnnlee...
Akan bir nehrin içinde çakılı kalmış bir kayaymış gibi kıpırdamadan kaldırımda duran Jasper'ın yanından
insanlar geçerken, o gözlerini kapayıp dikkatle dinledi. Ses sustuğunda Jasper gözlerini açıp gülümsedi. Dönüp
hızla yürümeye başladı, artık hayatta yeni bir hedefi, yeni bir amacı vardı. Sanki bu onu canlandırmıştı, ona hayat
vermişti.
David'e yardım edecekti. Kardeşi peşinde olduklarını bilmiyordu. Ama Jasper biliyordu. Ses'in dediklerini
yaparsa her şey yoluna girecekti. Yürürken yanlışlıkla omuz attığı yayaların kendisine ters ters baktıklarından
habersiz olan Jasper koşmaya başladı. Acele etmesi gerekiyordu.
Daha silah alacaktı.