2
Nava Vaner saat tam 2:15'te Yirminci ve Yedinci Cadde'nin kesiştiği yerde durdu ve bir sigara yaktı. Bu tek
kötü alışkanlığıydı. Her şeyde olduğu gibi bunda da tamamen kontrol ondaydı. Her gün tek bir sigara içiyordu;
ama eğer birini izliyorsa veya takipteyse o zaman içeceği sigara sayısına kısıtlama getirmiyordu. Ama bugün iş
üzerinde değildi, o yüzden de bu ilk ve son sigarası olacaktı.
Başını geriye doğu eğdi ve sigaranın dumanını uzun uzun içine çekti. Sigaranın yanan ucu puslu gecede
parlıyordu. Dumanı dışarı üflerken, yaya geçidini geçmeden, araba geliyor mu diye kontrol eder gibi yaptı. Ama
aslında gelen arabaları görmek için değil, peşinde biri var mı onu anlamak için bakıyordu etrafına.
Gece yarısını geçmişti saat; ama kaldırımda hâlâ kulüplere giden çocuklar, sokakta yaşayan insanlar ve
Cumartesi gecesini dışarıda geçirmek isteyen türlü türlü insan vardı. Nava takip edildiğini içgüdüsel olarak
biliyordu sanki; ama kendisini kimin takip ettiğinden emin olamadı. Birden döndü ve yolda yürüyenlerin arasına
karışıverdi, peşine takılacak adamı görmeye çalışıyordu.
Üstü başı dökülen evsiz bir zenci Nava'nın gittiği yere doğru yöneldi ve birlikte yürüyen üç sokak serserisine
çarptı. Oğlanlar adamı ittiler. Nava'nın kafasında tehlike çanları çalmaya başladı
ve bunun nedenini anlaması birkaç saniye sürdü. Adamın görünüşüne bakılırsa o bir evsizdi, aksini
düşündürecek bir şey yoktu; ama Nava gerçeği anlamıştı.
Adamın kokusu onu ele veriyordu. Daha doğrusu kokmaması. Elbiseleri yırtık pırtıktı ve yüzü leş
gibiydi; ama sokakta yaşayanlar gibi kokmuyordu. Nava yürümeye devam ederken siyah sırt çantasından
aynalı küçük bir pudralık çıkardı ve minik yuvarlak aynadan gördüğü adama dikkatle baktı. Nava
artık adamı mimlediği için başka şeyler de gözüne batmaya başladı. Örneğin, adamın üstünde
kocaman bir panço vardı ve sanki cüsseli olduğunu gizlemeye çalışırmış gibi eğilerek yürüyordu.
Nava, adamın giremeyeceği bir yere giderse olası ortağını tespit edebileceğini anladı. Nereye
gideceğini kestirdiğinde hızlı yürümeye başladı, sonra da Twin-Fly barına varıp kalabalığın arasında
beklemeye başladı. Sigarasından son bir nefes çekti ve yere atıp topuğuyla ezerken de bu günlük
sigara keyfini kısa kesmek zorunda kaldığını düşünüp üzüldü.
Nava, uzun boylu, ince, atletik yapılı, kahverengi saçlı esmer bir kadındı. Bu yüzden de kulübün
önünde duran saçları oksijenle sarartılmış görevliye yanaşmak için kalabalığın arasından geçmekte
zorluk çekmedi. Nava adama gülümsedi, eline de bir yüzlük sıkıştırdı. Adam tek kelime etmeye gerek
duymadan hemen kancalı kadife ipi açtı ve ön kapıdan kızı içeri aldı.
Nava karanlık, aynalı bir koridor boyunca yürüdü ve bir uçak hangarı büyüklüğündeki odaya girdi.
Bangır bangır çalan müzik ve yanıp sönen ışıklar rahatsız ediciydi. Bu ortamda peşindeki ikinci kişiyi
tespit etmek daha zor olacaktı; ama Nava'yı takip etmek de zorlaşacaktı.
Sırtını pisti aydınlatan ışıkların üstünde durduğu duvara verip gözlerini kapıya dikti. Koyu tenli,
kızıl saçlı kadın on dakika sonra geldi. Kadın eğlenen bir grup genç kızın arasında girmişti mekâna;
ama saçına ve makyajına bakınca o kızlardan biri olmadığı hemen anlaşılıyordu. Kızlar dans pistine
gidince kızıl saçlı kadın geride kaldı. Etrafına göz atarken masaya yaslanıp, rahatmış gibi bir izlenim
vermeye çalışıyordu.
Peşinde kızıl saçlı kadından başka biri olup olmadığını kestirmeye çalışan Nava beş dakika daha
bekledi, ama kimse gelmedi. Peşinde iki kişiden fazlası da olabilirdi; ama içinden bir ses takipçilerinin
iki kişilik bir ekip olduklarını söylüyordu. Sadece evsiz adam, bir de bu kız. Nava kadına bakarken
bundan sonra ne yapacağını düşündü
Adam ve kadının kendini öldürmeye çalışacaklarını hiç sanmıyordu. Eğer öldürmek isteselerdi
Saklı Kütüphane 14 www.e-kitap.us
peşine adam takmazlardı, bir keskin nişancıyla bu işi hallederlerdi. Tabii eğer onu öldürüp de kaza
süsü vermeye çalışmıyorlarsa. Nava da başkalarını bu şekilde öldürmüştü. Hızla ilerleyen bir otobüsün
veya kamyonun altına birini itmeden önce son saniyeye kadar beklemişti. Ama bu da pek akla yatkın
değildi. Herhalde peşindekiler Nava'nın birine bir şey vermesini, ya da birinden para almasını
bekliyorlardı. Ya da kiminle konuşacağını, buluşacağını görmek istiyorlardı.
Nava dizginleri eline alma zamanının geldiğini anladı. Eğer bunlar gerçekten de kiralık katilse, o
zaman onlara göre değil, kendi kurallarına göre oynayacaktı bu oyunu. Kendinden emin bir tavırla bara
doğru yürüdü. Kızıl saçlı kadının kendisini gördüğüne emin olduğunda da Nava hızla çıkış kapısına
doğru gitti. Açık havaya çıktığında soğuk gecenin karanlığında iri yarı zenci adama doğru yürüyerek
yolu geçti.
Gerçi adam kadından daha güçlüydü, ama Nava onu hazırlıksız yakalamak niyetindeydi. Adam
Nava'nın gücünü küçümseyecekti; ama kadın onun saldırısına hazırlıklı olacaktı. Nava adamın beş
metre önünden geçti ve Yedinci Cadde boyunca yürümeye başladı, pusu kurmaya uygun bir yer
arıyordu.
Adamla yüzleşirken ortağının bunu görmemesi gerekiyordu. Akla gelen ilk yer 23. metro
durağıydı. Nava daha hızlı yürüdü; adamın onu yakından izleyeceğini, kadının ise biraz olsun geride
kalacağını umuyordu. Şehrin altındaki ulaşım ağına giden merdivenlere hızla gitti ve merdivenleri ikişer
ikişer inmeye başladı.
Perona geldiğinde, köşeyi dönüp, hemen sırtını duvara yasladı. Çantasına elini atıp bir alet çıkardı. Kurşun
bir ağırlığın üstüne demir, onun üzerine de deri kaplanmıştı. Basit, ama etkili bir silahtı bu. Dirseğini büktü ve
kolunu biraz geriye doğru çekti, vururken biraz hız kazanmak istiyordu.
Birkaç saniye sonra adamın merdivenlerden indiğini duydu. Gözlerini yerden ayırmadığından adamın
gölgesinin yaklaştığını gördü. Adama saldırmak için köşeyi dönmesini beklemedi Nava. Saklandığı köşeden
fırladı ve sol eliyle adamın gırtlağına yapıştığı anda sağ elindeki ağırlıkla adamın kafasına vurdu. Adam acıyla
inleyip, başını korumak için kolunu kaldırdı. Nava adamın bileğine yapışıp hızlıca çevirdi, kırmamıştı, ama
kırmaya ramak kalmıştı.
Bir eliyle adamın bileğini tutmaya devam etti, diğer elindeki ağırlığı ise yere attı. Adamın pançosunun
altındaki omuz askısından tabancasını çıkardı, tabancayı ateşlemeye hazır duruma getirdi ve adamın boğazına
dayayıp onu duvara yapıştıracak şekilde geriye doğru itti.
"Kimin için çalışıyorsun?"
Adam ilk önce silaha, sonra da Nava'ya baktı. Sanki tüm bunların nasıl olup bittiğini anlamamış gibi boş
gözlerle bakıyordu.
"Ortağın otuz saniye sonra burada olacak. İki kişiyle başa çıkamam, o yüzden de, konuşmaya
başlamazsan seni öldürür, bilgiyi ondan alırım." Nava gözünü bile kırpmadı. "On saniyen var. Dokuz, sekiz, ye-"
"Tamam," diye inledi adam. "Senin gibi ben de Teşkilat’tayım. Rutin takipteyiz. Cüzdanım ön cebimde, al
bak inanmıyorsan!"
Adam kim olduğunu söylediği anda Nava gerçeği söylediğini anlamıştı; ama yine de bundan emin olması
gerekiyordu. Adamın cebindeki cüzdanı almak için uzanırken tabancayı iyice bastırdı boynuna. Diğer birçok
ajan gibi adamın da iki cüzdanı vardı. Sol cebindekinde bir ehliyet, sağdakinde ise CIA kimliği vardı. Ajan Leon
Wright. Nava rahat bir nefes alıp geri çekildi.
Wright ise duvara yaslanarak incinmiş bileğini ovuşturdu. Tam o anda Nava adamın ortağının geldiğini
duydu, kadının ayak sesleri merdivenlerin duvarlarında yankılanıyordu. Nava, Wright'a başıyla işaret edince,
adam ortağına seslendi.
"Sarah mimlendim. Havlu atıyoruz."
Nava köşeden çıkarken ellerini havaya kaldırdı. Wright'ın tabancasını baş parmağında asılı tutuyordu
Nava; elinde tutup da ajan kadını korkutmak istememişti. Kızıl saçlı kadın bir anda şaşırdı, hayal kırıklığına
Saklı Kütüphane 15 www.e-kitap.us
uğrayıp kızdı. En sonunda kabullendi.
"Eğer yürüyüşüme devam etmeme izin verirseniz bu olanları unutmaya hazırım," dedi Nava.
Sarah tam buna itiraz etmek üzereydi ki Wright atıldı.
"Tamamdır," dedi, hissettiği acıdan dolayı yüzünü buruşturmamak için kendini zor tutuyordu. Nava,
Wright'ın silahının güvenlik kilidini kapayıp, kimliğiyle birlikte Sarah'ya doğru attı.
"Size iyi akşamlar o zaman," dedi.
Arkasına bakmadan merdivenleri çıkarken elleri titriyordu. O adamı neredeyse öldürecekti. Tanrım. Neler
oluyordu ona? Bir zamanlar bir ajanın yürüyüşünden bile onun amacının ne olduğunu kestirebiliyordu; ama son
zamanlarda Nava kendini yorgun hissediyordu, aklı karışıktı. Birden arkasını döndü. Acaba bir tuzak mı
hazırlamışlardı? Ama kimse yoktu, tek başınaydı.
Nava, ABD hükümeti ondan şüphelendiği için peşinde birileri olduğunu düşünmüyordu. Eğer onun vatan
haini olduğunu düşünseler, ajanlar Nava'nın öylece yürüyüp gitmesine izin vermezlerdi. Paranoyak olmaya
başlamıştı. Wright ne demişti - rutin bir takip işte. Ara sıra her ajanın peşine birilerini takar, pis işlere bulaşmadıklarına
emin olmak isterlerdi.
Nava yine de emin olmak için üç defa aynı bloğun etrafında dolandı. Bir önceki gece buluştuğu adamın
hiçbir laf etmeden cebine koyduğu anahtarları kullanarak apartmanın ana giriş kapısını açtı. İçeri girdi, ikinci kat
aralığına kadar çıktı, durdu ve silahını çıkardı. 9 milimetrelik bir Glock kullanıyordu. Yavaşça nefes verdi, eline
silahı aldığı anda rahatlamaya başlamıştı bile. Ana giriş kapısına doğru doğrulttu silahı. Kimsenin kendini takip
etmediğinden emin olmak istiyordu.
Kimse takip etmemişti.
Bundan emin olunca geri kalan üç katı da çıkıp boş daireye yöneldi, anahtarı kullandı ve kapı tokmağını
çevirerek kapıyı açtı. Bir eliyle kapıyı geri itip açarken, diğer elinde tutuğu tabancayla odayı kolaçan etti. Odadaki
tek sandalyede oturan ufak tefek Koreli adam kılını bile kıpırdatmamıştı. Adamın pürüzsüz geniş çehresi ifadesizdi.
Nava odanın içine doğru bir adım atarken yalnız olduklarından emin olmak için etrafına bakındı.
"Niye bu gece bu kadar tedirginiz?" İngilizcesi çok iyiydi adamın, ama hafif bir şivesi vardı, sanki sözleri
nefes almadan art arda sıralıyordu.
"Tedirgin değilim, temkinliyim."
Adam başını eğerek anladığını ifade etti, sonra da dizüstü bilgisayarı işaret etti. Ekranından yayılan yeşilimsi
ışıkla mutfak aydınlanmıştı. Nava işaret parmağını kaldırdı, sonra da sırt çantasından ufak bir aygıt çıkardı. Bu,
boyu beş inç, eni iki inç olan ufak bir silindirdi. Kız altındaki siyah düğmeye basınca ucundan üç çelik ayak çıktı.
Aygıtı, ayaklan tavana bakar şekilde, yavaşça yere koydu. Birkaç saniye sonra aygıttan hafif bir ses yükseldi;
üzerindeki kırmızı ışık yanıp sönmeye başladı.
"Tedbiri elden bırakmamak için bir aygıt daha, öyle mi?" diye sordu Spetsnaz ajanı.
"Eğer dışarıdan bize mikrofon doğrultarak dinlemeye çalışan olursa sinyallerini bozuyor," dedi Nava adamın
kulağındaki minik kulaklığı ilk defa fark ederek. Sinyal kıran aletin adamın kulaklığını etkilemeyeceğini biliyordu;
ama Nava Korelilerin dinlemesinden çekinmiyordu zaten. Dizüstü bilgisayara dokundu. "Güvenli mi?"
"Hücresel modemin 128 haneli bir şifre-kod anahtarı var. Bilgileri aldığım anda banka hesabına paranı
yatıracağım. Sonra İsviçre'yi ararsın istersen."
Nava kemerinin tokasını açtı, minik yuvarlak diski çıkartıp bilgisayarın içine soktu. Onbeş haneli şifreyi girince
ekran bir an için kararıp sonra yine aydınlandı.
Nava'nın Yi Tae-Woo olarak bildiği adam bunu gördüğü anda bilgisayara doğru geldi. O kadar rahat bir şekilde
hareket ediyordu ki, sanki yürümüyor da odanın bir köşesinden diğerine süzülüyordu. Bu kadar zarif hareket
edebilen birinin göğüs göğüse dövüş ustası olduğu belli oluyordu. Ama tüm Spetsnaz ajanları ustaydı -özellikle de
695. birimdekiler. Bu birimdekilerin görevi Kuzey Kore hükümeti İçin bilgi toplamak amacıyla dünyanın binbir
köşesinde hücreler kurmaktı: Dış İstihbarat Araştırma Dairesi -DİAD.
Saklı Kütüphane 16 www.e-kitap.us
Nava daha bir genç kızken eğitim aldığı kampa gelen Koreli adamı hatırladı. Yıl 1984'tü, Kim Jong-ll en iyi
savaşçılarını Pavlovsk'a gönderip Sovyet özel tim askerlerine eğittirmeye karar vermişti. Bu askerler, Voiska
Spesialnogo Naznacheniya adlı, Spetsnaz olarak bilinen Sovyet birimin askerleriydi. Eğitimleri boyunca silahlı,
silahsız dövüş sanatları, terörizm, sabotaj... her şeyi öğreniyorlardı.
Kuzey Koreliler Sovyet öğretmenlerini o kadar takdir etmişlerdi ki, kendi birimlerine de Spetsnaz adını
vermişlerdi. Ama Kuzey Koreliler kendi sloganlarını ve ülkülerini geliştirmişlerdi: Yüze karşı bir. Ve bu konuda çok
ciddilerdi. Nava bu adamlarla iş yapmakla bir hata ettiğini düşünmeye başladı. Genelde bilgi sattığı İsrail'in
Mossad'ından ya da İngiliz MI6 ajanlarından daha tehlikeli değillerdi aslında; ama Kuzey Korelilere güvenmiyordu.
Her neyse, iş bitmek üzereydi zaten. Bu son işi de yapıp bir daha onlarla çalışmayacaktı.
Yi Tae-Woo'nun bilgisayar başında yaptıklarını izledi. Bilgiyi gözden geçiriyordu, bir an için durup tüm bir
sayfayı okuyordu, sonra da bir sürü sayfayı hızla geçiyordu. Nava adamın işini rahatça yapabilmesi için kenara
çekildi ve adam istediği şeyin verildiğine emin olana kadar, Nava'nın sözünü tuttuğuna kanaat getirene kadar
sabırla bekledi. Beş dakika sonra adam geri çekildi.
"Her şey tamam gibi görünüyor. Para havale edildi. İstersen bilgisayardan bunu doğrulayabilirsin."
Nava gülümsedi. "Bu teklifiniz* reddetsem herhalde beni anlayışla karşılarsınız."
"Tabii ki," dedi ifadesi değişmeyen Yİ Tae-Woo.
Nava'nın havaleyi teyit etmek için Kuzey Korelilerin bilgisayarını kullanacak hali yoktu. Koreliler
bilgisayardan ona yanlış bilgi verebilecekleri gibi, hangi tuşlara bastığını da izleyebilirlerdi. O zaman da şifresini
öğrenip, hesabındaki tüm parayı çekebilirlerdi. Gerçi Kuzey Kore'nin dış istihbarat birimi kendini dolandırsa Nava
buna kesinlikle şaşırırdı, ama ajanların dünyasında da üç kağıtçılık olmuyor değildi. Ne de olsa ajanların da
belirti bütçeleri vardı.
Nava cep telefonunu çıkardı ve 128 haneli şifre-kod anahtarı olan hattından bankayı aradı. Yabancı
bankacıya şifresini verince, adam hesabına 750,000 doların yattığını teyit etti. Bankacıya başka bir şifre söyledi
ve böylece parası hemen bir önceki gün verdiği talimat doğrultusunda başka hesaba aktarıldı. Nava yetkilinin
bunu teyit etmesini bekledi, sonra da telefonu kapadı. Yi Tae-Woo'ya doğru döndüğünde, Nava'nın parası (%1.5
havale bedeli kesilmiş olarak) Kayman adalarında bir hesaba yatmıştı bile.
"Her şey istediğin gibi mi?" diye sordu adam.
"Evet, Teşekkür ederim," dedi Nava. Sinyal bozucuyu alıp sırt çantasına koydu. Yi Tae-Woo, Nava ile kapı
arasında duruyordu. Kenara çekilmek üzereyken Nava adamın kulaklığından bir ses geldiğini fark etti. Tae-Woo
bir adım geriye çekildi, tek bir hamlede tabancasını çekip Nava'nın göğsüne doğrulttu.
"Bir sorun var," dedi gayet sakin bir şekilde.
"Ne oldu?" diye sordu Nava. Sakin olmak için kendini zorluyordu.
"Dosyalardan biri okunmuyor. Diskte bir sorun var herhalde," dedi Yi Tae-Woo. Çenesini hafifçe
kaldırarak başıyla bilgisayarı işaret etti. "Kontrol et."
Nava döndü ve diski çıkardı. Baş parmağıyla işaret parmağının arasındaki diski ışığa doğru tuttu.
Gerçekten de kirpik kalınlığında bir çizik vardı diskin üstünde. Herhalde Wright'la uğraşırken olmuştu.
"Disk çizilmiş," dedi Nava.
"O zaman parayı iade etmelisin," dedi adam.
Nava'nın bir anda başından aşağıya kaynar sular boşandı. "İade edemem," dedi arkasını
dönmeden. "Hesaba yattığı andan itibaren yirmidört saat boyunca paranın başka bir hesaba yollanmaması
için talimat verdim." Bir gün önce bankacıya bu talimatı verirken çok akıllıca önlem aldığını
düşünmüştü Nava; ama artık öyle düşünmüyordu.
"O zaman çok ciddi bir sorunumuz var."
Nava tek bir şansı olduğunu biliyordu. Hemen adama doğru dönerek kolunu yakaladı ve adam
tetiği çekemeden kolunu tavana doğrulttu. Öteki elindeki diskle adamın yanağını kesip kanattı. Neye
uğradığını anlamadan, daha bir tepki veremeden, Nava avucunun içiyle adamın burnunu parçaladı.
Saklı Kütüphane 17 www.e-kitap.us
Tabancasını düşüren Koreli, geriye doğru sendeledi.
Siyah takım elbiseli, eli silahlı üç adam odaya girdiklerinde, Nava ceketinin içine doğru uzanıp
Glock'unu almaya çalışıyordu. Hemen dizlerinin üstüne çöküp ellerini başının arkasında birleştirdi.
Hiçbir kaçış yolu olmadığının farkındaydı. Adamlardan biri karnına bir tekme attı. Nava sancılar içinde
yere yuvarlandı; adam onu yerde tutmak için çizmesiyle başına bastırırken sırtına da bir Uzi makineli
tüfek doğrultmuştu. Bir dakika boyunca adamlar hızlı bir şekilde Korece konuştular, sonra da kızı
sandalyeye bağladılar.
Yi Tae-Woo ona doğru eğildi gözleri aynı hizadaydı.
"Ne istiyorsun?" diye sordu Nava.
"Parayı iade etmeni istiyoruz," dedi Yi Tae-Woo. Burnu kırık olduğu için sesi garip çıkıyordu. "Hemen."
"Dedim ya, bunu yapamam."
Adam doğruldu ve SIG Sauer'ı Nava'nın başına doğrulttu.
"Tae-Woo dur. Yirmidört saat içinde size bilgileri verebilirim. Daireye gidip yine indirmem gerekecek."
Yi Tae-Woo kulaklıktan onu dinleyen her kimse onunla Korece konuşup sonra Nava'ya döndü.
"Yirmidört saat sonra bize bilginin geri kalanını vereceksin, ayrıca parayı da iade edeceksin."
"Ama bu hak-" Nava, Yi Tae-Woo'nun ciddi bakışlarını görünce cümlesini tamamlamamaya karar verdi. Başka
bir cümle kurdu. "Bu kadar anlayışlı olduğunuz için teşekkür ederim."
"Rica ederiz." Yi Tae-Woo adamlarına işaret etti, onlar da Nava'nın iplerini çözüp kalkmasına yardım
ettiler. "Unutma, yirmidört saat"
"Unutmam," dedi Nava. Bileklerini ovuşturmak istiyordu, ama bunu yapmaktan kendini alıkoydu.
Tek kelime daha etmeden kapıdan çıktı ve merdivenlerden indi. Sekiz blok öteye yürüyene kadar dişlerini
sıktığını fark etmedi, durdu ve kendi de bu yaptığına şaşırarak koyu yeşil çöp torbalarının üstüne kustu. Ağzını
koluna sildiğinde ceketinin üstünde ufak sarı bir leke kalmıştı.
Nava farkında olmadan bir sigara yaktı. Tam söndürmek üzereydi ki fikrini değiştirdi, bugün istediği kadar
sigara içmeye karar verdi.
Yarını olup olmayacağı belli değildi.