6
Nava, ClA'in New York Merkezi'nin kurşuni gri kapılarından içeri girerken telaşlanmamaya çalıştı. Eğer onu
tutuklayacaklarsa, burada, girişte yapacaklardı. Kapılar arkasından kilitlenirken iki silahlı görevliye baktı. Ne
yapacaklarını kestirmeye çalışıyordu; ama yüzlerinden hiçbir şey okunmuyordu.
Yavaşça yürüyerek metal dedektörüne doğru gitti. Nava geçerken metal detektörünün kırmızı ışığı
yandıysa da, onun binaya silah sokma izni olduğunu bildikleri için üstünü aramadılar. Kapının yanındaki parmak
izi tarayıcısına elini koydu ve beyaz ışık tüm elini taradıktan sonra kapının açılmasını bekledi.
Elektronik kilit açılıp da kurşun geçirmez kapı yana doğru kayarken bir klik sesi duyuldu. Nava resepsiyona
girerken rahatlamıştı. Duvarda CIA amblemi olmasa burası normal bir işyerinin resepsiyonu gibiydi. Hatta iki de
sekreter vardı; biri neşeli, diğeri ciddi. Nava ismini verince asık suratlı sekreter onu ofislerin arasından
geçirerek müdürün odasına götürdü.
Nava penceresiz ufak odaya girince, Müdür Bryce onun elini sıkmak için ayağa kalktı.
Keskin bakışlı kahverengi gözleri, dolgun, gümüşi gri saçları olan ince adam insana güven verecek şekilde
tokalaşırdı. Bir ajandan çok Amerika'nın en büyük beşyüz şirketinin üst düzey yöneticilerinden birine benziyordu.
Lafı dolandırmadan hemen konuya girdi.
"Transfer ediliyorsun."
"Ne?" Nava tutuklanmaya hazırlıklıydı, ama buna kesinlikle hazırlamamıştı kendini.
"UGA'daki Bilim ve Teknoloji Araştırma Laboratuvarı'nda adama ihtiyaçları varmış ve masa başı işinden
fazlasını yapabilecek bir ajan istediler."
Nava anlayamamıştı. UGA'nın ClA'den beş misli fazla adamı vardı. Ayrıca, birimler arası transfer yapılması da
görülmedik bir şeydi. Bu bir tuzaktı herhalde. Zamana karşı yarışmalı ve daha fazla bilgi edinmeliydi bu
konuda.
"Ama efendim ben-"
"Beni, meni yok, işi hallet. Hemen şimdi naklediliyorsun birime," dedi yeni kimliğini Nava'ya doğru iterek.
"Çıkışta Teşkilat kimliklerini bırakırsın artık."
"Efendim ama anlayamıyorum, UGA'nın neden bir CIA ajanına ihtiyacı olsun ki?"
"Hiçbir fikrim yok desem; ayrıca bize söylemeye de niyetleri yok. Eğer bizi dâhil edecek olsalar yardım
isterlerdi; kalkıp da kadronu onlara aktarmamızı talep etmezlerdi." Müdür sinirli konuşuyordu. Nava her şeyi daha
iyi anlamaya başladı. Transfer fikri müdürden çıkmamıştı. Yani bu bir tuzak değildi, müdürü bu işi yapmaya
zorlamışlardı.
"Peki neden ben?" diye sordu hâlâ bazı şeylerin cevabını alamamış olan Nava.
"Şu anda istedikleri niteliklere sahip, görevi olmayan tek ajan sensin de ondan." Nava bu sözleri duyunca her
şeyi daha iyi anlamaya başladı. UGA bir tek nedenle Nava gibi bir CIA ajanının transferini isterdi: Ya birini sorguya
çektireceklerdi, ya kaçırtacaklardı, ya da öldürteceklerdi. Müdür lazer yazıcısından bir parça kâğıt alıp Nava'ya
verdi.
"Bu BTAL'ın adresi. Öğle vakti orada olman gerekiyor, acele etsen iyi olacak." Önündeki bilgisayar ekranına
döndü Nava'yla işinin bittiğini ima edercesine. "Şimdi izninle, işim var."
Müdürün ofisinin dışında silahlı bir nöbetçi Nava'yı bekliyordu. Ona sert bir ifadeyle bakıyordu.
"Size kapıya kadar eşlik edeceğim."
Nava'nın hemen bir plan yapması gerekiyordu, ağa bağlanıp bilgileri başka bir diske kopyalamalıydı.
Nöbetçiye göz süzerek baktı.
"Bilgisayardan e-postamı kontrol etsem? Bir saniyelik işim var aslında."
Saklı Kütüphane 37 www.e-kitap.us
"Özür dilerim ama güvenlik kodlarınız artık geçersiz. Benimle gelmeniz gerekecek."
Nava, sanki bu önemli bir şey değilmiş gibi omuz silkip, nöbetçinin ona kapıya kadar eşlik etmesine izin
verdi. Kuzey Korelilere bilgilere artık ulaşamayacağını söylediğinde nasıl tepki vereceklerini merak ediyordu.
Nava binadan çıktığı anda titreyen parmaklarının arasına aldığı sigarayı yaktı. Sokağın karşısında güneş
gözlüklerini takmış cep telefonunda konuşan uzun boylu bir Koreli gördü. Ayvayı yemişti. Şimdiden peşine
düşmüşlerdi.
Sanki adamı hiç görmemiş gibi yapıp, onbeş blok ötedeki BTAL'a doğru yürümeye başladı. Adam da
peşine takıldı. Nava'yı izlediğini belli etmemeye çalışıyormuş gibi bir hali de yoktu. Spetsnaz ajanlarının çok
marifetli olduklarını bilirdi. Eğer adamın peşinde olduğunu saptayabiliyorsa bunun tek bir nedeni vardı: Adam
onun bilmesini istiyordu. Ona gözlerinin üstünde olduğunu hatırlatmak için takmışlardı adamı peşine. Sanki
bunu unutabilirmiş gibi....
Adamı aklından çıkarıp düşünmeye çalıştı. ClA'deki bilgisayardan bilgileri indirip yeni bir diske kaydetme
planı suya düşmüştü. Kuzey Korelilere verecek başka bir şey bulmalıydı. Onaltı saat içinde bir çare
bulamazsa onu öldüreceklerdi.
Nava'nın tek ümidi vardı; Korelileri yatıştırmak için BTAL'da ilgilenecekleri bir bilgi bulmak. Bu pek de
olası bir şey değildi, ama bunu yapmak zorundaydı. Eğer böyle bir şey bulamazsa da, o zaman kaçacaktı.
Nava, UGA'nın Bilim ve Teknoloji Araştırma Laboratuvarı'na girerken hâlâ kaçış planları yapıyordu.
Güvenliği geçtikten sonra asansöre binip yirmibirinci kata çıktı. Gülümseyen bir sekreter onu karşıladı.
"Hoş geldiniz Ajan Vaner," dedi kadın. "Lütfen benimle gelin. Dr. Forsythe sizi bekliyordu."

Dr. Tversky, Julia'yı alnından öptüğünde kadının bedeninin titrediğini hissetti.
"İyi misin bir tanem?"
"Muhteşemim," diye mırıldandı gözleri kapalı olan Julia. "Seninle olduğumda hep muhteşemim Petey."
Yok artık. Kadının kendisine sırılsıklam aşık olduğunu biliyordu, ama artık iyice abartmıştı işi. Bu
kandırmacaya daha ne kadar devam etmesi gerekeceğini düşündü. Deney eğer tamamen başarısız olursa
en azından bu ilişkiden sıyrılmanın yolunu bulacaktı.
Kadının şefkatli bir davranış olarak algılayacağını düşündüğü bir şekilde kolunu sıktı ve bir adım geriye
çekilerek sevgilisi olan deneğe baktı. Kadın masada çırılçıplak yatıyordu, bir tek belirli yerlerini kapatan ince
bir pamuklu örtü yardı üstünde. Minik göğüsleri çırılçıplaktı ve buz gibi laboratuvarın soğuğunda göğüs uçları
dikilmişti.
Altı tane elektriğe bağlı parlak uç hemen göğüslerinin altına iliştirilmişti. Kablolar göbeğinin üstünden
geçip ameliyat masasının altındaki elektro-kardiyografa doğru uzanıyordu. Kafatasında sekiz tane daha
elektro-kardiyograf vardı, oksipital, merkezi, frontal ve temporal lobların her biri için iki tane kullanılmıştı. Bu
kablolar beyninden gelen elektrik akımını ölçmek için elektro-ensefalografa bağlanmıştı. Julia'ya değil de,
yanında duran monitörlere baktı. Kadının beyin dalgalarını yansıtan değerlere bakıyordu.
Tversky bilime olduğu kadar tarihe de meraklıydı ve bu deneyi yapmasını sağlayan gelişimi düşündü.
Deneyin başlangıcı ta 1875'e, üverpoorlu bir fizikçi olan Richard Caton'un hayvanların beyinlerini incelerken
nöral elektrik sinyalleri keşfetmesine dayanıyordu. Bundan elli yıl sonra, Avusturyalı bir psikiyatrist olan Hans Berger
elektro-ensefalografiyi icat etti ve böylece insanların beyin dalgalarının hem gücü, hem de sıklığı ölçülmeye
başlandı. Tversky gibi Berger de insan denekler kullanmaktan kaçınmıyordu. 1929'da, EEG bulgusunu
yayınladı; deneği oğlu Klaus'tu.
Ama, Berger'in 1930'larda epilepsi hastalarıyla yaptığı deneyler ilgilendiriyordu asıl Tversky'yi. Berger nöbetler
sırasında epilepsi hastalarının beyinlerinden yayılan elektrik dalgalarının normal hastalarınkinden daha güçlü
olduğunu keşfetmişti. İşin daha da ilginç yanı, nöbetlerden sonra bu insanların dalgaları anında düz bir çizgi
halini alıyor, adeta duruyordu; sanki pilleri bitmiş gibi. Tversky'nin bir zamanlar İsa'nın Laneti olarak da bilinen bu
Saklı Kütüphane 38 www.e-kitap.us
hastalığın kurbanlarını incelemesine neden olan şey de bu çelişkiydi zaten.
Tversky aradığı şeyin anahtarının beyin dalgalan olduğunu biliyordu. Beta, Alfa, Delta, Teta- cevap bu
dalgalarda gizliydi. Julia'nın Alfa dalgalarını gösteren, sekerek ekranda ilerlerken sanki ardında bir ışık huzmesi
bırakan o top şeklindeki göstergeye bakarken hipnotize olmuş gibiydi.
Hertz biriminde ölçümle bir saniyede dalganın kendini ne kadar sık tekrarladığı görülüyordu. Dalganın boyu
ve genişliği ise beynin elektrik dürtüsünün yoğunluğunu gösteriyordu. Dört beyin dalgası her zaman hareketli
olurdu; ama belirli süreler zarfında bir dalga diğerine göre baskınlaşırdı.
Şu anda Julia'nın Alfa dalgaları baskındı, bu da şaşırtıcı değildi. Alfa dalgaları sakin yetişkinlerin en yoğun
dalgalarıydı. Bu dalgalar en çok insan gün içinde hayallere daldığında yükselirdi ve o zaman bilinçsizliğe doğru bir
kayış olduğu düşünülürdü. Bunun hafıza ve öngörüyle de ilgisi vardı. Julia'nın Alfa dalgalan 10Hz'ti-yani normalin
tam ortasındaydı.
Tversky onu indirmeden bir de Beta dalgalarına bakmaya karar verdi. Beta dalgaları insanlar gözlerini
açtıklarında veya aktif bir şekilde başkalarını dinlediklerinde, düşündüklerinde veya bilgileri algıladıklarında
hareketlenirdi. Bu yüzden de Julia'ya bir anlamda 'beynini çalıştırmak' için bir iş verdi.
"Hayatım, 'başla' dediğimde asal sayıları saymaya başlamanı istiyorum; ben söyleyinceye kadar da durma."
Julia hafifçe başını salladı ve sesli saymaya başladı, "iki, üç, beş, yedi, onbir, onüç..."
İlk başta beyin dalgalan pek de değişmedi. Bunun nedeni Julia'nın ilk on sayıyı ezbere biliyor olmasıydı. Ama
Julia saymaya devam ettikçe ve şuurlu olarak bildiklerini kullanmak zorunda kaldıkça Beta dalgalan yükseldi; aynen
beklendiği gibi, hızla 19 Hz'e kadar çıktı.
"Tamam Julia gayet iyi. Şimdi durabilirsin."
Julia saymayı kesince Beta dalgalarının sıklığı ve genişliği hemen düştü. Yine Alfa dalgaları baskınlaştı.
Tversky iki miligramlık sarı bir ilaç çekti şırıngasına. "Şimdi sana hafif bir sakinleştirici vereceğim. Biraz canın
yanabilir."
Tversky iğneyi koluna sokunca Julia bir an için irkildi. Birkaç saniye içinde doktor onun rahatladığını hissetti;
sanki bedenindeki her bir kas gevşemişti. Derin derin nefes almaya başlayan kızın başı yana düştü. Tversky kızın
yüzünün önünde parmaklarını şaklattı. Julia birkaç kere gözlerini kırpıştırdıysa da sonra kapadı.
"Julia beni duyabiliyor musun?"
"Duymak," diye mırıldandı Julia.
Tamamen bilinçsiz değildi; ama buna yakındı, yani aynen istediği durumdaydı doktorun. Hayal dünyasına dalıp
gitmişti. Göstergelere bakan Tversky kendi kendine başını salladı. Şimdi Julia'nın Teta dalgaları baskındı, yani kız
uykuyla uyanıklık arasında bir yerdeydi. Teta dalgaları yaratıcılıkla, rüyalarla ve fantezilerle ilgiliydi.
Bilinçli yetişkinlerde Teta dalgalarının baskın olması pek doğal değildi; ancak çocuklarda onüç yaşına kadar
baskın olurdu. Bilim adamları çocukların Teta dalgalarının baskın olmasının nedeninin çocukların engin hayal güçleri
olup olmadığını bilmiyorlardı, ama biyokimyasal açıdan ortalama bir çocuğun birçok yetişkinden daha yaratıcı
olduğunu biliyorlardı.
Julia'nın tırmanan Teta dalgalarını seyrederken Tversky'nin aklı başka yerdeydi. Kadının göz kapaklarının
altında gözleri sanki bir o yana, bir bu yana bakıyordu. Bir miligram daha çekti şırıngaya ve Julia'ya bir doz daha
verdi. İlacın istediği etkiyi yapması için birkaç dakika daha bekledi.
Bir süre sonra, Teta dalgalarının sıklığı ve genişliği azalınca, Delta dalgalan baskınlaşmaya başladı. Bu
dalgaların oranı daha düşüktü diğerlerine kıyasla - yalnızca 2 Hz'ti. Ama yoğunluktan daha fazlaydı. Julia şimdi derin
bir uykuya dalmıştı ama rüya görmüyordu; bilinçaltı sonunda devreye girmişti. Tversky en çok Delta dalgalarıyla
ilgileniyordu, çünkü anlamaya çalıştığı olgu, yani sezinleme gücü ile ilgiliydi bunlar.
İşte tam o anda, Julia'nın Delta dalgaları en güçlü durumdayken, Tversky ona son dozu verdi; bu sefer
boynundan, omurilikten zerk etmişti ilacı. Bu diğerleri gibi bir sakinleştirici değildi: Bu Tversky'nin yeni geliştirdiği bir
serumdu. Dört yıl boyunca araştırma yapmıştı rhesus maymunlarında istediği etkiyi yaratabilecek baz maddeyi
sentezlemek için. Sonra da iki yıl boyunca insan denekler üzerinde çalışmıştı.
Saklı Kütüphane 39 www.e-kitap.us
İlk birkaç deneği, dünyanın orasında burasında son bir çare arayan epilepsi hastaları olmuştu, O kadar çaresiz
durumdaydılar ki, her şeyi denemeye hazırdılar. Ancak, Tversky'nin ne yapmaya çalıştığını tam olarak anlasalardı
veya bundan şüphelenselerdi, yaptıklarını bu kadar kolay kabul edeceklerini hiç mi hiç sanmıyordu. Ama onların
başına gelenlerden dolayı, akıbetlerinden dolayı daha doğrusu, kendisini suçladığını söylemek de yalan olurdu.
Evet, sonuçta olanlardan dolayı bir pişmanlık duyuyordu, ama denekleri için değil, bilim için.
Aksaklıkları giderdikten ve başarıya ulaşabileceğine güvendikten sonra da Julia üzerinde deneyler yapmaya
başlamıştı. Sonuç olarak istediğini elde ederse, kontrolü altında tutabileceği birini bulması gerekecekti; en iyi aday da
aşktan gözü kör olmuş asistanıydı. Sevgilisine baktı ve elektrotlara dokunmamaya özen göstererek başını okşadı
hafifçe. Ne kadar tatlı bir denekti.
Birden EKG'den sesler yükselmeye başladı. Kalp atışlarının hızı neredeyse iki misline çıkmıştı, dakikada 120,
Tversky kendi kalp atışlarının da hızlandığını hissedebiliyordu; sanki kalbi kadınınkine ayak uydurmaya çalışıyordu.
Julia'nın Beta, Alfa ve Teta dalgaları da Delta dalgalan kadar yoğun bir şekilde hareketlenmeye başladı. Tversky
neredeyse nefes alamayacak kadar heyecanlanmıştı. Eğer düşündükleri doğruysa, Julia şu anda hem bilinçaltından
kopmayacak, hem de bilgi verildiğinde anlayabilecek ve cevap verebilecek durumda olacaktı.
O kadar tedirgindi ki doktor, elleri titriyordu. Derin bir nefes almaya zorladı kendini; nefesini bir an için tuttu ve
yavaşça bıraktı. Video kameraya göz attı ve her şeyin kaydedildiğini teyit etti. Birden içinden aynaya bakıp saçını
düzeltmek geçti - sonuç olarak eğer haklıysa bu tarihi bir andı, ama bunu yapmadı. Şimdiyi düşün, geleceği kafana
takma. Şimdiyi düşün. Başını salladı ve bu cümleyi tekrarlayıp durdu.
Şimdiyi düşün. Şimdiyi düşün.
Sesinin titremeyeceğinden veya çatlamayacağından emin olduğu anda öne doğru eğildi ve Julia'yla neredeyse
burun buruna durarak yıllardır içini kemiren, sormak istediği soruyu sordu.
"Julia," derken sesi bir garip çıkıyordu, "ne görüyorsun?"
Gözlerini açmadan Julia başını ona doğru çevirdi.
"Sonsuzluğugörüyorum.
Caine yuvarlak kapsüle baktı ve bunun kendisini delirtip delirtmeyeceğini merak etti.
"Siz ilacınızı yutmadan gidemem Bay Caine," dedi hemşire. "Biliyorum," dedi Caine. "Bir sorun mu var?"
"Henüz yok." Hemşire bu espriyi anlamamıştı. Caine kendisine düşünme fırsatı tanımadan ilacın içinde
durduğu plastik kabı ağzına götürdü, ilacı ağzına aldı ve yuttu. Sonra da plastik bardağı aldı ve hemşireye 'şerefe'
dercesine kaldırdıktan sonra su içti. "Umarım durumda bir değişiklik olmaz."
Hemşire, tedirgin bir şekilde gülümseyen Caine'a bakarken şaşırmış gibiydi. Hapı yutup yutmadığından emin
olmak için Caine'in dilinin altına baktıktan sonra odadan çıktı. Caine korkularıyla baş başa kalmıştı artık. Dr.
Kummar'ın yeni deneysel ilacının çevresini kaplayan plastik kapsül, midesinde yirmi dakikada eriyecekti. Sonra ne
olacağını ancak yukarıdaki bilirdi.
Caine, belki de hayatının son aklı başında dakikaları olacak bu süre boyunca ne yapması gerektiğini düşündü.
Bir vasiyet yazmayı düşündü, ama değerli hiçbir şeyi yoktu. Jasper'ı bugün görmemiş olsaydı ona bir not yazardı,
ama artık buna da gerek yoktu. Sonunda televizyonu açıp Riziko'yu izlemeye karar verdi.
Zeke adında iri yarı bir adam, diğer iki yarışmacıyı ezip geçiyordu. Çifte puan kazanılan turda ara açıldı, şişe dibi
kalınlığındaki siyah çerçeveli gözlüklerini düzeltip durdu. Ama bir sonraki turda, Zeke'in gözünü hırs bürüyünce
kazandıklarının yarısını kaybetti ve böylece birkaç yüz dolar arkada kalıp ikinci bitirdi turu. Reklâm arasında köpek
maması, minivanlar ve borsa simsarları ile ilgili reklâmlardan sonra AlexTrebek çıktı ve son soruyu da sordu.
"Napolyon onsekizinci yüzyılda yaşayan astronoma, güneş sistemi hakkındaki eserinde niye Tannrıdan söz
edilmediğini sorduğunda bilim adamı şöyle cevap verdi: "Efendim, bu hipoteze gerek yok," Alex kelimelerin üstüne
basa basa konuştu ve programın fon müziği başladı.
Saklı Kütüphane 40 www.e-kitap.us
"Cevap: Simon Pierre Laplace kimdir?" dedi Caine kendi kendine.
Cevabı bildiğine emindi ama bunu doğrulayamadan uykuya dalmıştı Caine. Şizofren olduğunu görüyordu
rüyasında.

Forsythe, Bilim ve Teknoloji Araştırma Laboratuvarları'nda neler yaptıklarını gayet diplomatik ve dikkatli bir dille
anlattı, ama Nava bunu yutmadı. BTAL'dakilerin işini tek kelimeyle özetleyebilirdi: Çalıyorlardı. Nava bunun nasıl
yapıldığını da çok iyi biliyordu. Forsythe her ne çalmasını istiyorsa, bunun Kuzey Korelilerin işine yarayacağını umdu.
Ona çalışabileceği bir yer gösterdikleri anda Nava bilgisayar korsanlarının Tversky'nin bilgisayarından
yürüttükleri dosyaların isimlerine bakmaya başladı hızlıca. Her belgenin yanında hangi tarihte yazıldığı, ne kadar bilgi
içerdiği ve üzerinde son üç defa ne zaman çalışıldığı yazıyordu. Bu da kullanım sıklıklarını hesaplamasına yardımcı
oluyordu. Nava dosyalan ayırdı ve üzerinde en fazla durulan veya en sık açılan dosyalara bakmaya başladı.
Aynen tahmin ettiği gibi, burada yazan birçok şey onu aşıyordu. Okula geri dönüp on yıl daha biyoloji, fizik ve
istatistik okursa, belki o zaman Tversky'nin dosyalarında neler anlattığını anlayabilirdi. Yine de denemeye değer diye
düşündü. Her zaman doğrudan kaynağı araştırmayı tercih etmiş, başkalarının yorumlarına güvenmemeyi seçmişti;
ama bu durumda başka bir şansı yoktu.
Forsythe'ın laboratuvarında çalışan bilim adamlarının yazdığı birkaç özeti buldu. Okudukça Nava'nın gözleri fal
taşı gibi açıldı.
Oniki saatte ikinci defa şans yüzüne gülmüştü. Tversky'nin bulduğunu iddia ettiği şey ancak bir bilim kurgu
romanında bulunabilirdi. Gerçi daha veriler tamamen doğrulanmamıştı, ama sonuca çok yakındı. Nava bu kadar
şanslı olabileceğine inanamadı. Kara borsada, bu kaba verilerin bile değeri paha biçilmezdi.
Kuzey Koreliler ilgilenmeseler bile, Nava başka bir alıcı bulana kadar onları oyalayabilirdi. Aslında o Tversky'nin
projesine inanmamıştı. Nava teorilerinin temelini oluşturan biyokimyayı veya kuantum fiziğini anlayamıyordu, ama
dünyada neyin gerçek olduğunu biliyordu ve adamın iddia ettikleri imkânsızdı. Öyle olmalıydı. Ama, bu, yabancı bir
hükümetin buna inanmayacağı anlamına gelmiyordu; Nava Tversky'nin çılgınca fikirlerini satabileceği birini
bulabileceğinden emindi.
Bu bilgileri sattıktan sonra da sonsuza dek elini eteğini çekebilirdi bu işlerden. Nava sırt çantasını açtı ve okuma
gözlüklerini alıp taktı. Özetleri okurken başını kıpırdatmamaya özen gösterdi, gözlüğün çerçevesindeki fiber optik
kameranın özetleri ve orijinal dosyalan düzgün bir şekilde çekmesini istiyordu. Son sayfaya geldiğinde hızla başa
dönüp bir şeyi atlamadığından emin olmak için ikinci bir kez baktı.
Nava, işi bittiğinde, Tversky'nin bu projeye ne isim verdiğine baktı ve adamın neden bu kadar garip bir isim
seçtiğini merak etti. Her neyse. Bunu umursamayarak saatine baktı. Saat birdi. Hayatını kurtaracak bir bilgi bulmak
için ondört saati daha vardı.
Hızla evine geri dönerken yolda iki sigara daha içti. Dairesine vardığında bir plan yapmıştı bile. Gelecek bir saat
boyunca şifreli e-posta kullanarak Kuzey Korelilerle, Mossad'la ve MI6 ile temasa geçti. Her birinin cevap vermesini
beklerken de, elinde sigara, odada volta attı. Saat beşte buluşma yerini ayarlamıştı, bir saat sonra da taksiye binip
Bronx'a gitti. Sonra D treninin son vagonuna bindi ve Manhattan'a doğru yola çıktı.
Zar zor duyulan bir anons yapan kondüktör, Coney Island'daki tüm duraklarda duracaklarını söyledi. Trene
güneybatıya doğru giderken daha da fazla insan bindi. Kırkikinci Cadde'ye geldiklerinde artık iğne atsan yere
düşmezdi. Oradan itibaren insanlar inmeye başladı ve sonunda bir iki yolcu kaldı trende. Bronx'ta Nava'yla birlikte
trene binen oniki kişiden yalnızca iki Koreli buraya kadar gelmişlerdi. İri yarı, gazete okuyan bir Koreli ve onun
yanında da kara gözlükleri gözlerini gizleyen bir adam vardı.
Nava artık ClA'in kendini trene kadar takip etmediğinden emindi, elindeki kitabı kapayıp sırt çantasına koydu.
Kararlaştıkları sinyal buydu. İri yarı adam da gazetesini katlayıp kolunun altına aldı, geldi Nava'nın yanına oturdu.
"Tae-Woo nerede?" diye sordu Nava.
Saklı Kütüphane 41 www.e-kitap.us
"Yi Tae-Woo burnunu düzelttiriyor," dedi ciddi bir ifadeyle adam. "Adım Chang-Sun." Nava adamın kendi ismini
kullanmadığının farkındaydı, ama bu umrunda değildi. Tae-Woo'nun da gerçek ismi bu değildi herhalde. Önemli
olan Tae-Woo'nun kendiyle pazarlık edecek yetkisi olmasıydı.
"Cevabınız nedir?" dedi adamla havadan sudan konuşarak nazik olmanın gereksiz olduğunu düşünen Nava.
"Bakanlıktaki bilim adamlarımız verileri incelediler ve çok ilginç buldular," dedi Chang-Sun ifadesiz bir şekilde.
"Yani?"
Adam, Nava'nın bu saygısız tavrından her ne kadar rahatsız olduysa da, kadınla konuşmaya devam etti.
"Bize eksiksiz olarak veri tabanını ve Alfa deneğini teslim ettiğin anda işimiz bitecek."
"Alfa deneğini veririm diye bir şey söylemedim."
"O olmazsa anlaşma yatar," derken sanki elinden bir şey gelmezmiş gibi yaparak ellerini açıp dizlerine
koymuştu Chang-Sun.
Nava böyle bir şeyi bekliyordu zaten. İngilizlerle ve İsraillilerle de konuştuğunda aynı şeyi istemişlerdi. İki
hükümet yetkilisi de hakkında veri toplanan Alfa deneği olmadan verilerle ilgilenmiyorlardı. Ancak, iki taraf da ona 2
milyon dolardan fazlasını önermişlerdi. Bu, Nava'nın daha önce Kuzey Korelilere verdiği bilgilerden daha değerliydi.
Nava, Kuzey Korelilerin Tversky'nin dosyalarını ele geçirmeyi kendisini öldürmekten daha fazla isteyeceklerini bildiği
için, artık pazarlık edebilecek gücü olduğunun da farkındaydı.
"Fiyat bir milyon arttı," dedi Nava.
"Bu söz konusu dahi değil."
"O zaman bu konuşmaya devam etmenin bir alemi yok. Teklifiniz çok düşük." Nava sanki trenden
inecekmişçesine ayağa kalktı. Dönüp ilk defa adamın yüzüne bakınca, oturan adama tepeden
bakabilmek hoşuna gitti.
"Bunun bir açık artırma olduğunun farkında değildik."
"Her ne kadar şu anda sıkıntılı bir durumda olsam da, elimde bu kadar değerli bir mal varken bir
tek size önereceğimi düşünmüyordunuz herhalde?"
"Diğer alıcılar kim?"
"Bunun konumuzla bir alakası yok."
Chang-Sun başını salladı. "Belki de anavatanın olan Rusya'ya satmayı planlıyorsundur," dedi. Nava bunu
duyunca şaşırdıysa da duygularını belli etmemeye çalıştı; ama adam onu kapana kıstırdığının farkındaydı. "Eminim
Rusya'daki eski meslektaşların kapitalizmle içli dışlı olduğunu duyunca bununla çok ilgilenirler."
Nava nefes alıp verirken bir şey belli etmemeye çalıştı. Kendi ülkesi kimliğini tespit edememişken, Kuzey
Korelilerin bunu nasıl başardığını merak etti. Nava, Chang-Sun'a bir böcekmiş gibi baktı.
"Söylediklerinizden hiçbir şey anlamadım. Ama fiyat değişmez."
"Öyle mi?" Chang-Sun otuziki dişini göstererek gülümsedi. Porselen dişleri belli ki kapitalist bir ülkede yapılmıştı.
Adam, Nava'yı alt ettiğinin farkındaydı. Kuzey Koreliler ne yaparlarsa yapsınlar - Nava'yı öldürmek de dahil - Ruslar
Nava'yı ele geçirirlerse yapacaklarının yanında solda sıfır kalırdı.
"Beşyüzbin. Eğer istemiyorsanız eminim Güney Koreliler iyi bir fiyat verirler."
Spetsnaz ajanı Güney Kore'yi duyunca kıpkırmızı kesildi. Nava aslında blöf yapıyordu, Güney Kore'de
güvenebileceği bir bağlantısı yoktu. Ama yine de adam bu sözlerine kanıp kadının beklediği tepkiyi gösterdi. Chang-
Sun hemen başını salladı.
"Fiyatı üstlerime onaylatmam gerekecek; ama prensipte anlaştık."
"Deneği ele geçirdiğimde sizinle irtibata geçerim."
"Yani ne zaman?"
"Bu hafta içinde."
"İki gün."
Saklı Kütüphane 42 www.e-kitap.us
"Mümkün değil-"
Chang-Sun kadının koluna sıkıca yapışıp, onu sertçe kendine doğru çekti, alçak sesle ve tehditkâr
konuşuyordu. "Artık senin değil, bizim söylediğimiz olacak. İki gün içinde Alfa deneğini ve bilim adamının
araştırmalarını bize getireceksin. Eğer geç kalırsan iki şey olacak. Birincisi, üstlerime senin bizi kazıkladığını, böyle bir
araştırma olmadığını söyleyeceğim. İkincisi, ben şahsen Pavel Kuznetsoz'u arayacağım ve Ruslara son on yıldır ne
haltlar yediğini anlatacağım. İkidir, istediğimiz sürede istediğimiz bilgiyi getiremiyorsun. Bir daha olmasın."
Chang-Sun kadının kolunu bıraktığı anda tren durdu ve kapılar bir tıslama sesiyle açıldı. Koreli adam kadının
bir cevap vermesini beklemeden trenden İndi. Geride Nava ve kara gözlüklü adam kalmışlardı bir tek. Tren duraktan
ayrılırken, Nava, UGA'ya çaktırmadan Dr. Tversky'nin Alfa deneğini nasıl ele geçireceğini düşünüyordu. Aklından
blnbir olasılık geçiyordu; ama birini öldürmeden bu işi halletmenin bir yolunu bulamadı.
Bunu yapmak istemiyordu; ama eğer kendini kurtarmak için bunu yapması gerekiyorsa yapacaktı. Başka
seçeneği yoktu zaten.
Saklı